01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / ÜRÜNÜ KALICI OLAN ERDEMLİ DAVRANIŞLAR
ÜRÜNÜ KALICI OLAN ERDEMLİ DAVRANIŞLAR

ÜRÜNÜ KALICI OLAN ERDEMLİ DAVRANIŞLAR HÜSEYİN KERİM ECE

Kur’an’da iki âyette “bâkıyatü’s-sâlihât-ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar” kalıp ifadesi geçiyor.
İnsan için dünya hayatında her şeyin ve dünyevî zinetlerin, bir anlamda her şeyinfani, Allah’ın katında hak edilen karşılıkların ise bâki (ölümsüz) olduğu gerçeğini anlatan bu kalıp kavrama daha yakından bakalım.
Kehf Sûresinde yer alan sadece Rabb’lerinin rızasını dileyerek sabah-akşam O’na yalvaranların durumu, iki bahçe sahibini hikâyesi ve bu kıssanın verdiği mesaj, dünya hayatının değeri hakkında verilen örnek, dünya hayatındaki geçici olan değerler ile Âhirete intikal edecek olan kalıcı değerlerarasındaki farkı açıklayan ifadeler arasında bir uyum vardır. Hepsi de Kur’an’daki mucizevî ahenk uyarınce peşpeşe geliyorlar.1
“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgarın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.
Mallar ve evlatlar, dünya hayatının ziynetidir (süsüdür). Baki kalacak sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât) ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.”(Kehf 18/45-46)
İnsanların gurur duydukları mallar, çocuklar, aşiret (kavim) veya soy, makamlar dünya hayatında süs, övünç vesilesi olsa da Âhirette bir anlam ifade etmez. Orada artıp çoğalmaz.
Hz. Ali (r.a.) “Mal ve evlâtlar dünya hayatının ekini, sâlih amelise Âhiret ekinidir. Bunlar insanlar için biraraya getirilir” demiş.2
Yani bâki kalacak sâlih ameller, sâlih ameli bulunmayıp mal sahibi, oğul sahibi olan kimsenin yaptıklarından da, sahip olduklarından da daha üstün ve değerlidir. Buna karşın dünya hayatının zîneti (süsü, zenginliği) sonsuz hayat açısından önemsizdir. Bu âyet; “O günde cennetliklerin kalacakları yer çok hayırlı ve dinlenecekleri yer çok güzeldir” (Furkan 25/24) âyetini hatırlatmaktadır.
Baki kalacak ameller “sevap bakımından” yani mükâfat açısından da Rabbin yanında hayırlıdır, “akıbetçe de”, yani Âhirette kâfirlerin kendisiyle dünyada iken övünüp durdukları şeylerden daha hayırlıdır.
Vahyin iniş sürecinde Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için İslâm’a girmeye tenezzül etmiyor (Kalem 68/14-15), hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu iddia ediyorlardı. (Câsiye 45/24)
Bu âyetler öncelikle mallarıyla ve evlatlarıyla, bir anlamda zenginlikleriyle ve maddî güçleriyle övünen, şımaran Mekkeli müşrikleri, sonra da daha sonradan gelen ve böyle düşünen bütün müşrikleri redtir. Dünya hayatında kendileri için bir övünç ve kibir kaynağı olan dünyalıklar Hesap Günü onlara bir fayda vermeyecektir.
Âhiret hayatına inanmayanların şımarmasına sebep olan dünya hayatının durumunu; sularıyla, ağaçlarıyla, çiçekleriyle ve yeşillikleriyle son derece güzel olan ve fakat bir süre sonra kuruyup harap olacak olan bitki örtüsünün bünyesine girip ona hayat veren suya benzer.
Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir; kısa bir süre sonra bitecek; ancak aklı başında bilinçli mü’min kulların sâlih amellerinin sonuçları/ürünleri, yerine göre bu hayatta da, Âhirette de devam edecektir.3
“Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.” Bu ifade malların ve evlatların bir deneme sebebi olduğunu söyleyen âyetin manasına uygundur. (Enfal 8/27) Zira mal sahibi olmak güzel ve faydalıdır. Evlat sahibi olmak hem övünç kaynağı, hem de güç ve fayda sebebidir. Ancak bütün bunlar gelip geçici şeylerdir.
Kur’an bunu derken meşru’ sınırları içinde bu süslerden faydalanmayı yasaklamıyor. Ne var ki, İslâm mal ve evlada sonsuzluk terazisinde herhangi bir değer vermiyor. Gerçek değer, hareket tarzı, söz ve ibadet gibi geride bırakılan yararlı ve Kur’an’ın “bakıyâtü’s-sâlihât” dediği işlerdir.
İnsanlar öteden beri insanlar mal ve evlada karşı eğilimli olsalar bile (Âli İmran 3/23-24), kişinin beraberinde öteki tarafa götüreceği kalıcı işler daha hayırlıdır. Bu gibi işler hem faydalı, hem umut kaynağı, hem de sevap kazandırıcıdır. Mü’min bu gibi sâlih amellere inanır, onları yerine getirmeye çalışır, sonuçlarını Âhirette bekler.4
Aynı ifadeyi Meryem Sûresi’nde de görüyoruz.
“Allah, doğruya erenlerin hidâyetini artırır. Kalıcı sâlih ameller (bâkıyâtü’s-sâlihât), Rabbinin katında sevap bakımından da daha hayırlıdır, sonuç itibari ile de.” (Meryem, 19/76)
Bâkıyâtü’s-sâlihât; yani değeri bakımından Allah katında daha hayırlı, ümit etmeye de daha elverişli işler.5
Mü’min kalıcı olanı tercih eder. Geçici (fani), bitecek olanı elde edeceğim diye, kalıcı (ebedî) olanı feda etmez.”... (Ey Peygamber) Onlara de ki!: Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkup çekinenler için Âhiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” (Nisâ, 4/77)
Bazı Kur’an mealleri “sâlih amel”i Türkçe’ye “iyi davranış” olarak çeviriliyor. Ancak bu çeviri onun imanî açıdan önemini, iman ile irtibatını ve müslümanın ibadet hayatındaki vurgusunu, onun ıslah edici yönünü yeterince karşılamıyor.
Sözlükte iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet ve faydalı eylem anlamlarına gelen “amel”, kavram olarak niyetli davranış, bir maksada bağlı olarak yapılan fiildir. İyi veya kötü nitelemesi de bir niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir. Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir.
Bu sebeple Kur’an normal amel/eylem ile ibadet olan veya imanın gereği olan eylemleri ayırmak için amele “sâlih” sıfatını ekliyor. Sâlih olarak nitelenen amel; doğru, içinde fesat olmayan, faydalı ve ibadet maksadına uygun eylem, iş, davranış; sulh kökünden hareketle “imanla barışık eylem” demektir.
Kur’an, mü’minlerin yaptığı bu gibi işlere “sâlih amel”i doksandan fazla yerde iman ile birlikte kullanıyor. İnsanın kurtuluşunun iman ve onun gereği olan sâlih amelle mümkün olduğu vurgusunu yapıyor. İman sâlih amel işlemeyi gerektirir. İman sâlih amelle bütünleşir, onu sağlamlaştırır, onu korur. Zaten iman; sâlih amel sayılan işlerin doğru, faydalı, erdemli ve sevap kazandırıcı, bunların aynı zamanda kulluk görevi olduğuna inanmaktır.
Kur’an sâlih amel (sâlihât) işleyenlere sâlih-sâlihîn, muslih/sâlihler ismini veriyor.
Kur’an sâlih amel’e bu iki âyette ve pek çok âyette “sâlihât” da diyor. Ya amel-i sâlih, ya amel-i sâlihât, ya da tek başına sâlihât şeklinde.Sâlihât sâlih kelimesinin çoğuludur. Amel kelimesi eklenmese bile “sâlihât” zaten sâlih ameli nitelemektedir.
“Sâlihât”, Kur’an’da altı defa tek başına, ellialtı defa da iman ile birlikte gelir. Bütün bu âyetlerde sâlihât sahiplerine verilecek muhteşem ödüller farklı kelimelerle anlatılıyor. Mesela;
“Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak sâlihât (iyi işler) yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ, 4/124)
“Şüphesiz, iman edip, sâlih ameller (sâlihât) işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. (Beyyine 98/7. Ayrıca bkz: Tâhâ 20/75-76
Bir de “hasenât” var. Hasenât ile Salihat arasında acaba bir fark var mıdır?
İyilikler diye anlaşılan “hasenât” hasene’nin çoğuludur. Bunun türediği “hasene”;güzel ve iyi olmak, kendisi bizzat “güzel ve iyi” manasına gelir. Din dilinde “hasene”, hem sâlih ameli niteler, hem de onun karşılığı olan sevabı.
Müslüman Allah’ın razı olacağı bir ameli işlediği zaman, şu kadar “hasene kazanır” denir. Hasenât, kötülükler, günah kazandırırcı işler anlamındaki “seyyiât”ın zıddıdır.
Sâlih amel; ibadetin diğer adı, ya da yapıldığı zaman kişiye sevap kazandıran, Allah’ın razı olacağı her iş şeklinde tarif edilse yanlış olmaz. Sâlihât denildiği zaman başka bir tamlama yapmaksızın bu özellikteki bütün ameller, bütün işler ve fiiller kasdedilir. Yalnız sâlihât da bir özellik daha var. O da şudur:
Sâlihâtın türediği “sulh” kökü, taraflar arasında barış, “ıslah” kökü ise bir şeyi, kişiyi, bozuk olanı düzeltme, faydalı hale getirme, ondaki fesadı giderme demektir. “Islah etmek”; düzeltmek, iyileştirmek olduğuna göre bunda üçüncü kişileri ilgilendiren durum vardır.
Öyleyse “sâlihât” bir yönüyle dışarıya yönelik, ama Allah katında da değerli, sevap getirici amellerdir. Hasenâtta ağırlıklı olarak kişinin kendine yönelik, içe doğru bir durum; sâlihâtta ise bununla beraber başkalarına yönelik, dışa doğru bir durum söz konusudur.
Bu şu demektir: İman eden önce kendini ıslah edecek; amellerini/işlerini doğru, düzgün, yarayışlı, sağlam ve sevap getirici hâle getirecek, kendi zihnindeki ve davranışlarındaki fesadı giderip ıslah edecek; sonra da başkalarının ıslahı için çaba gösterecek. Her iki hedef için yaptığı işler/ameller sâlihâttır.
Sâlih amel işleyen sâlihler, hasenât sahibi muhsinler zaten iyidirler. Hasenat işleyenin bu gibi amelleri daha çok kendilerine yönelik olduğu için bunlara pasif iyi;kendi nefsi ve başkalarını ıslah için emek harcayan sâlihât sahiplerine de aktif iyidir denilebilir.
Kur’an’da hasenâtın karşılığı en az bire on (En’am 6/160), sâlihâtın karşılığının ucu açık: Sayısız nimet ve büyük ödül: Cennet. (Nisâ 4/, 57124. Bakara 2/25, 72. Mâide 5/9 v.d.)
Kur’an’da, hâsenât “bâkiyât” ile birlikte kullanılmamış. Ancak sâlihât iki âyette sâlihâtın sıfatı oalarak kullanılmış. Bâkiyât; kalıcı olan, fani (geçici) olmayan, ya da dünyaya veya yaratılmışlara ait olmayan demektir.
Bâkıyât’ı iki şekilde anlayabiliriz.
Birincisi: En geniş anlamıyla sâlihât. Âhirete de intikal eden, sevabı bol bol verilecek, ebedî hayatın mutluluğunu kazandıracak olan ameller. Bu gibi hayırlı, güzel ve iyi işlerin olumlu sonuçları sadece bu dünya hayatında görülmez; sonsuz hayatta da devam eder. Bu açıdan “bâkıyâtü’s-sâlihât”; ölmeyecek, eskimeyecek, bitip tükenmeyecek ve fani olmayacak en güzel işlerdir.
Burada şu hadisi hatırlamada fayda var:“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler (ameli). Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler (ameli) kendisiyle birlikte kalır.”6
İkincisi: Sonuç açısından hem dünyaya hem de Âhirete dönük ameller. İnsan bir faaliyet yapar, bir iyilikte bulunur, toplumun faydasına bir âdet (sünnet) başlatır, bunun sevabını kendisi aldığı gibi, aynı âdeti sürdürenler de sevap alırlar.
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kim İslâmda ‘hasene bir sünnet-iyi bir çığır’ yaparsa-başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk yapana ecir (sevap) yazılır. Buna karşı o sünneti yapanların sevaplarında bir eksiklik olmaz. Kim de İslâmda ‘seyyie bir sünnet-kötü bir çığır’ başlatırsa, onunla amel edildiği müddetçe ilk başlatana günah yazılır. Buna karşı o kötülüğü yapanların günahlarında bir noksanlık olmaz.”7
Ya da arkada insanların faydalancağı bir eser, bir vakıf, bir hayır bırakır. İnsanlar ondan faydalandıkları sürecek onu bırakanın sevabı devam eder.
“İnsan öldüğü zaman amelleri kesilir. Ancak üç sey bundan istisnadır: Sadaka-i cariye (devam eden sadaka), kendisinden yararlanılan ilim, kendisine hayır dua eden salih evlat.”8
Dikkat edilirse, bunlarda üçüncü kişilerle ilgili bir boyut var. Dolaysıyla sevapları da devam ettiğine göre “bakıyâtü’s-sâlihât” sayılırlar.
“Bâkıyâtü’s-sâlihât-ölümsüz olacak amellerin” ne olduğu konusunda Kur’an yorumcuları arasında söz birliği yoktur. Çoğunun görüşüne göre onlar Peygamberden nakledilen, bilinen tesbih cümleleridir.9
İbnü’l-Cevzî’ye göre “bâkıyâtü’s-sâlihât” konusunda beş görüş var.
Birincisi: İbni Abbas’tan gelen bir görüşe göre onlar; “Sübhânellehi vel-hamdülillahi ve lâ ilâhe illallahu vallahü ekberdir.”10
Osman b. Affan’a “bâkıyâtü’s-sâlihâttan soruldu. O da onların “lâ ilâhe illallahu sübhânellahi ve’l-hamdülillahi vallahu ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billahi”dir diye cevap verdi.11 Taberî aynı sorunun Abdullah b. Ömer’e sorulduğunu naklediyor.12
İkincisi: Ali b. Ebi Talib’in Peygamber’den naklettiğine göre bâkıyâtü’s-sâlihât“lâ ilâhe illallahu vallahü ekber ve’lhamdülillahi velâ kuvvete illa billah”tır.13
Üçüncüsü: bâkıyâtü’s-sâlihât beş vakit namazdır. İbni Abbas’ın ve Said b. Cübeyr’in bu görüşte olduğu naklediliyor.14
Dördüncüsü: bâkıyâtü’s-sâlihât güzel sözdür.
Beşincisi: bâkıyâtü’s-sâlihât bütün hasenât olan işlerdir. Yani Âhirete intikal edecek söz ve eylemle yapılan sâlih amellerin (ibadetlerin) hepsidir.15
Said b. Müseyyib;“bâkiyâtu’s-sâlihât kulun “Allahu ekber sübhânellah velâ ilâhe illallahu velâ havla velâ kuvvete illa billah” demesidir” demiş.16
Said el-Hudrî dedi ki Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“el-bâkıyâtü’s-sâlihât olan sözü çok söyleyiniz” “Onlar nelerdir ey Allah’ın Elçisi” diye soruldu. O da “Allahu ekber ve lâ ilâhe illallahu sübhânellahi ve’l-hamdülillahi ve lâ havle ve lâ kuvvete illa billah”tır buyurdu.17
Burada kalıcı olduğu açıklanan sâlihât hem inanmayı hem de İslâm’ın yapılmasını emrettiği ve hoş karşıladığı, ahlâkî değerlere uygun işleri ve güzel davranışları ifade etmektedir. Kur’an’ın öngördüğü bütün iyi işler dünyada insanlara fayda verecek ve Âhirette de kurtuluşa vesile olacak sâlih amellerdir.18
Bâkiyâtu’s-sâlihâtın bazı tesbih, dua, zikir cümleleri olduğunu söylemek bunun anlamını ve müslümanın hayatındaki etki alanını daraltır. Kaldı ki bir rivâyette geçtiğine göre Peygamber bâkıyâtü’s-sâlihât sadece bunlar dememiş, bunlar bâkıyâtü’s-sâlihâttandır demiştir.19
Sonuç
Elde etmek için çırpındığımız şeyler, günün birinde bizi terk edecek. Kimilerinin bir ömür sahip olmak için savaştığı, kulluk görevlerini ihmal ettiği her şey burada kalacak. Unutmamak gerekir ki, bu dünyada ilişkide olduğumuz herkesten ve her şeyden günün birinde ayrılacağız.
Ancak kişi eliyle veya bedeniyle ne işlemişse, o, yani amelleri kendisiyle Âhirete gidecektir. Bunlar Mizanda ölçülecek. Çıkacak sonuç kişinin Âhirette yurdunu, meskenin, kalacağı dâr’ı (evi) belirleyecektir. Ve bu güzel sonuç -Kur’an’ın deyişi ile- ebediyyen sürecektir.
(Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2272)
el-Hâzin, M. b. İbrahim. Tefsir, 3/166. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908
Komisyon, DİB Kur’an Yolu, 3/477
Kutub, Seyyid. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2272
Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 2/595
Buhârî, Rikak/42 no: 6514. Müslim, Zühd/5 no: 7424. Tirmizî, Zühd/46 no: 2379
Müslim, Zekât/69 no: 1017. İbn. Mâce, Mukaddime/14 no: 207
Darimî, Mukaddime/44 no: 523
Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908. İbn Atıyye, el-Muharru’l-Veciz, s: 1195
Taberî, Câmiu’l-Beyan, 8/230-231. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908. İbn Atıyye, el-Muharru’l-Veciz, s: 1195
el-Hâzin, Tefsir, 3/166
Taberî, Câmiu’l-Beyan, 8/230
Ahmed b. Hanbel’den
Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 8/230
İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 854. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908. el-Hâzin, Tefsir, 3/166. İbn Atıyye, el-Muharru’l-Veciz, s: 1195
16-    Muvatta’dan Taberî, Câmiu’l-Beyan, 8/232
17- Taberî, Câmiu’l-Beyan, 8/231. Kurtubî, el-Câmiu li-
          Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1908
18- Komsiyon, DİB Kur’an Yolu, 3/478
19- Taberî, Câmiu’l-Beyan, 8/230

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul